30 Aralık 2012 Pazar



Geceydi.
Dudaklarım ilk kez değiyordu tenine
Ve ilk kez karışıyordu terin, terime.
Gözlerim ıslaktı,
aynı dudakların gibi.
Kulağımda sesinin fısıltıları yankılanıyordu.
“Seviyorum” diyordun..
“Seni, tenini, terini.”
Yalan söylüyordun ilk defa bana,
Fırtınalar koparken bel altında.
Gerisi uzun bir sessizlikti.
Nefesin saçlarıma dolanıyordu.
Başım göğsünün sağ yanında,
parmaklarım sol memende.
Kalbin bir kuştu sanki avucumun içinde.
İlk yalandan mıydı bu korkun,
Yoksa tenime kavuşmanın heyecanından mı?

27 Aralık 2012 Perşembe

“Bir akşam üstü parlıyordu, ucuz şarap şişesinde..”




Adı henüz konulmamış bir şehrin, dar sokaklarında, yüksekçe bir balkondan telaşlı bakışlarıyla sarkan kadın, bir yandan yeni yanmış sokak lambasının altından geçen insanların yüzlerini seçmeye çalışırken diğer yandan kulağına tuttuğu telefonun ucuna ağzını yapıştırmış, sinirini belli etmeden konuşmaya uğraşıyordu.
“Ne demek gelemiyorum? Yine sokağı karıştırdın ama dalga geçmeyeyim diye beni kandırıp zaman kazanmaya çalışıyorsun değil mi? Hınzır senii. Ben yutar mı..”
“Gerçekten gelemiyorum canım. Özür dilerim..”
“Daha bir saat önce mesaj attın. “Kahvemi hazır et çilek dudaklarında.” dedin.”
“Biliyorum, biliyorum..”
dedi adam kırık dökük bir sesle. Harfler gizlenerek, fısıltıyla çıkıyordu dudaklarından. Öyle hafif, öyle ürkek.
“Özür dilerim.”
Kadının gözleri dolmuş, dudaklarını sakin bir titreyiş sarmıştı. Yüreciği pır pır ediyordu içinde. Tek kelime çıksa ağzından, ağlayacaktı. En ufak bir şüphesi yoktu, çok önemli bir şey olmasaydı çoktan kollarını onun beline dolamış, kokusu burnunun direğini sızlatarak ciğerlerine ulaşmaya çalışıyor olurdu. Burnunu çekti, ardından yutkundu kadın.
“Ö-önemli değil canım.”
Sesi boğuk çıkıyordu. Adamın ruhunda 9.5 şiddetinde depremler oluyordu. Kadını her zaman ki gibi alttan alıyordu. Biliyordu tabi onu isteyerek üzmeyeceğini. Şu güne kadar kadına ne söz verdiyse tutmuştu. Tutmaması mümkün müydü sanki. Yok, hayır. Kadın asla şikayet etmezdi sözlerini tutmasa. Ama kahve gözlerine öyle acı bir özlem otururdu ki.. İşte tam o anlarda adam öleceğini sanırdı. O yüzden ağzından çıkan sözcüklere çok dikkat ederdi. Dudaklarından çıkan her kelime -en şehvetli anlarda bile- tutulması gereken bir söz olurdu.
“Şimdi kapatmam gerek hayatım..”
“Peki.”
Veda sözcükleri kullanmamışlardı şimdiye kadar. Kullanmamaya da devam edeceklerdi. Vedalar ayrılanlara özgüydü.
Kadın balkonun penceresinin önünde duran mavi pufa oturdu. Ama ne oturmak.. Omuzları düşmüş, dudakları büzüşmüştü. Kaşları çatık değildi. Gözlerinde yine o bilindik özlem vardı. Sahi kaç gün olmuştu onun kokusunu duymayalı? Her sabah uyandığında onu yanında arıyor ama bulamıyordu.Her geçen gün başka bir geceyi doğuruyor, geceler çoğaldıkça sol yanı onu daha çok istiyordu. Gerçi alışmıştı özlemeye. Onun adı bile özlemekti. Kokusu, sesi, teni.. her şeyi özlemdi onun.
Kadın yaklaşık bir saat boyunca balkonda oturdu. Elinde yarısından çoğu bitmiş bir şarap şişesi vardı ve akşam üstü, şişenin üzerinde parlıyordu.
Kadın alkole fazlaca dayanıksızdı. Ondandır ki yalnızca adam yanındayken içerdi. Çoktan sarhoş olmuştu. Yinede kendindeydi. Biraz başı dönüyor, hafiften midesi bulanıyordu. Öyle ya, birlikte yiyecekleri için sabahtan beri adam gibi bir şey yememişti. Bir sürü yemek yapmıştı sırf bu akşam için. 
Gerçi bir kaç şişe bira, atıştırmalık abur cuburlar onlara yeterdi. Sayısız günü geçirmişlerdi bu şekilde. Ama kadının özenesi gelmişti bu sefer.
Zor zahmet omuzlarını dikleştirdi. Balkonun trabzanlarına tutunarak ayağa kalktı. Dünya fazla hareketliydi bu gece. Balkon kapısından salona girdi. Aynı anda dengesini kaybetti. Tam düşecekti ki havada asılı kaldı bedeni. Kaşları çatıldı. Düşmek için çırpındı.
“Yine uyuya kaldım değil mi?”
“Bilmem.”
“Uyan! Kendim uyan! Havada asılı kalamazsın. Saroş musun nesin ya!”
Sessiz bir kıkırtı duydu kadın.
“Kendime mi gülüyorum? Ama gülmedim ki ben! Bu sefer özlemekten gerçekten delirdim galiba..”
Adam dudaklarının ucunda duran kahkahasını binbir çabayla tuttu. Kadını yavaşça yere bıraktı. Birkaç adım geri çekildi parmak ucunda ve karanlığa sakladı kendini. Kadının kendi kendine konuşmasını dinlerken elini ağzına siper etmişti, kıkırtı seslerinin çıkmasını engellemişti.
“Oh be düştüm sonunda! Artık düşmek bile zor şu dünyada. Zaten o yokken ne kolay ki? Eşşşek herif! Elbet gelecek, bu sefer burnundan getireceğim. Yaptığım bütün yemekleri kulağından sokup, gözlerinden çıkartacağım. Kıçın soğuk fayanslara değer inşallah! “
Kadın birkaç dakika sustu. Hala yerde oturuyordu. Üzerindeki elbise kalçalarına kadar sıyrılmıştı.
“Ah kadın, ah!” 
diye inledi adam içinden. Genç kadın susmaya daha fazla dayanamadı her zaman ki gibi.
“Ama yok be. Hasta olur şimdi. Kıçı değmesin fayansa. Azıcık cimcireyim yeter.”
Ayağa kalkmak için yanı başındaki koltuktan destek almak istedi.Ama koltuk tahmin ettiğinden uzak olduğu için uzattığı eli ancak havayı kavrayabilmiş ve sertçe yere çarpmıştı.
“Ah!”
Adam yarı karanlıkta tam ne olduğunu görememişti. Çok geçmeden kadının ettiği edepsiz küfü duyunca rahatladı.
“İyi ki burada olduğumu bilmiyor.”
dedi içinden. Aynı anda kadının mırıldandığını duydu.
“İyi ki burada değil, küfür ettiğimi duysa sabaha kadar utandırıp dururdu beni. Eşek işte, eşek.”
Yere dayadığı elleriyle önce dizlerinin üzerinde durdu.Ardından sallanarak ayağa kalktı. Oflaya puflaya odasının yolunu tuttu. Ara holün ışığında bedeninin silüeti görünüyordu. Adam peşinden gidecekken, kadın durdu. Elbisenin eteklerinden tutup yukarıya doğru çekiştirdi. Bir kaç saniye sonra üzerinde sadece iç çamaşırları vardı. Adam kuruyan boğazı yüzünden yutkunamadı bile.
“Delirteceksin bir gün beni..”
dedi adam. Çok geçmeden kadının sesi duyuldu.
“Sende beni.”
Adam kaşlarını çattı. Salonun kapısına kadar yürüyüp orada durdu. Hemen sağ tarafta yatak odası vardı. Seslerden kadının yatağa yattığını anladı.
“Kokunu nasıl hissetmeyeceğimi düşündün ki..”
Adam gülümsedi. Kadının her zerresine aşıktı. Hele ki söz konusu kendi olduğunda asla yanılgıya düşmeyişine tapıyordu. Odanın kapısına doğru bir adım attı ve pervaza yaslandı.
“Hani birimiz sürpriz yapacağını fark ettiğimizde bozmayacaksın hanım efendi?”
“Bozmadım işte.”
“Madem bozmadın şu an nasıl konuşuyoruz?”
“Sanki sen son dakikaya kadar bekleye biliyorsun. Hem.. hem ben saroşum. İstediğimi yaparım!”
“Öyle mi küçük hanım?”
“Hayır akşam oldu.”
“Ha-ha-ha..”
“Komikti..”
“Komikti bir tanem..”
“Tabi ki..”
“Geleyim mi?”
“Hı-hı..”
Adam yavaş adımlarla yatağın sağ tarafına yürüdü. Bunda zamandır bir kez olsun diğer tarafta yatmamıştı. Üzerindeki ince montu çıkarıp yere bıraktı. Çok geçmeden örtünün altındaki yerini aldı. Kadın ona sırtını dönmüştü. Adam bir kolunu kadının beline sarıp onu kendine çekti, kadın itiraz etmedi. Aksine daha çok sokuldu. Yüzünde tarifi olmayan bir gülüş vardı. Belli belirsiz mırıldandı.
“Bu gece rüya görmek zorunda değilim.”
“Neden?”
“Yanımdasın çünkü..”

20 Aralık 2012 Perşembe

Kar yağmasına sevinsem de , içimde bir yerler eksik kaldı.



Şu anda Dünya’da var olan insanların büyük bir çoğunluğundan daha çok mutlu olmam gerekirdi aslında. Aylardır bu sabahı bekliyordum ben. Beklemekle kalmıyor günde 543254845632 kez “kar yağsın!” diyerek insanları da benim heyecanıma katılmaya zorluyorum. Tabi bir yerden sonra bıktılar benden. “Ay yağsın da kurtulalım” demeye başladılar. Sanırsam onlarda artık benim dilimden kurtuldukları için mutludurlar.
Çoğu insan benim kar aşkımı abartılı bulur. Nedendir bilmiyorum ben çocukluğumdan beri kar yağdığında çok mutlu olurum. Öyle böyle değil , hemde gün boyu polyanna modunda gezer , günün sonunda da mutlaka hasta olurum. 
Ama bu sefer sırtımı pencereye dönüp, yağan kardan uzak duruyorum. Çünkü eksik.. Bir şeyler eksik içimde. Karın yağmasını deli bir hevesle bekleyen bende bir şeyler eksik.  
Uyandığımda yataktan çıkmadım bu gün. Elime bir kitap alıp onu okudum. Çok gerekliymiş gibi dün dersanede öğretilen konuları tekrar ettim. Bir ara gözlerim kapanmış ve uyuyakalmışım. Gelen mesajla araladım gözlerimi. “burada her yer kar.” diyordu son cümlede. Bir an mutlu hissettim. Yataktan telaşla çıkıp pencereye koştum. Evet kar yağıyordu. Ağır çekimdeymiş gibi yere düşmekte acele etmeyen milyonlarca kar tanesi gökyüzünde rüzgarla savrulup duruyordu. Evlerin çatısı , arabaların üzeri ince bir kar örtüsüyle kaplanmıştı. Birkaç saniye çok mutlu hissettim. Yatağımda unuttuğum telefonumu aldım hemen. 
“Yağmışş! Kar yağmışşş! Arabaların üzeri kar olmuuşş!” diye mesaj attım kar yağdığını haber veren kişiye.
Sonra dakikalar geçtikçe kar silikleşti hafızamdan. Telefonu bıraktım. Sırtımı pencereye döndüm. Kar a küsmüş gibiydim. Yağmasını hep çok istedim ama.. bu kadar eksik hissedeceğimi bilmiyordum ben. Şimdi istemiyorum. Bütün kar taneleri gökyüzüne geri çekilsin istiyorum. O beyaz örtü kalksın ve ait olduğu yere, gökyüzüne gitsin..
Ben onu bu kadar hevesle beklerken, o beni mutsuz ediyordu. Yıllardır aşık olduğum o beyaz melekler şimdi beni mutsuzluktan öldürecek neredeyse. Telefonuma bir sürü mesaj geliyor.. “Oo yaşadın kar yağıyor.” diye. Kimin umurunda. Çoğunu açıp okumuyorum bile. 
Bu kadar eksik olmamalıydı kar heyecanım. Bu kadar çabuk bitmemeliydi ya da.. Sadece birkaç saniye sürdü. Pencereden dışarı baktığımda heyecan duymalıydım ben! Ama eksik işte! Bu kış her şey çokça eksik..
Bende eksik kalıyorum.
Bütün suç hayallerin aslında. Onlar olmasa bu kadar eksik olmazdı her şey..

19 Aralık 2012 Çarşamba


Duruyorum. Parmaklarım klavyenin üzerinde ve seni anlatacak bir şeyler düşünüyorum. Aklıma onlarca şey geliyor ama iş kelimelere dökmeye kalkınca sadece duruyorum.

En ufak bir konu hakkında bile sayfalarca yazabiliyorken, senin hakkında tek kelime yazamamak garibime gidiyor. Bazen inat ediyorum. Alıyorum bilgisayarı kucağıma saatlerce yazmak için uğraşıyorum. Ama sonuç koca bir hiç oluyor. Yazdığım hiçbir cümle yeterince iyi olmuyor.  Beğenmiyorum. Koca koca paragraflar yazıyorum bazen. Bir anda oluyor. Ama tekrar okuyup, gözden geçirince... Bu mudur diyorum. Bu kadar mı? Sil baştan yapıp, tekrar başlıyorum.

Düşünüyorum. Benim için kimsin, nesin diye. Sonra düşünmekten vazgeçiyorum. Böyle daha iyiyiz diyorum, olabileceklerden korkarak. Bazı geceler uykum bölündüğünde seni uyandırmaya kıyamıyorum. Sessiz sedasız, parmak ucunda mutfağa gidiyorum. Ses çıkarmamaya dikkat ederek sıcacık bir kahve yapıyorum. Her ne kadar uyanmanı istesem de, ertesi gün ne kadar yorulacağını bildiğimden kendime engel olmaya çalışarak başka şeylerle ilgileniyorum. Çok geçmeden yine başımı yastığa koyuyorum. Gözlerim kapanırken gülümsüyorum her zaman ki gibi.

Gün içinde öyle bir an oluyor ki bazen sanki seninle birkaç dakika daha konuşmazsam özlemekten çıldıracakmışım gibi hissediyorum. Mesaj atarsam işinin bölüneceğini biliyorum. Bölününce eve gelmenin gecikeceğini de. Sinirli bir of çekip telefonu çantamın en dibine atıp, başka şeylerle ilgileniyorum. Sinirim sana değil elbette. Sadece bu kadar çok özlemeyi sevmiyorum.

Ama en güzeli akşam saatleri oluyor. Hani işten çıktığın vakitler. İşte o zaman mutlu oluyorum. Gün çoğu insan için sona ermiş olurken bizim için daha yeni başlamış oluyor. Eve geldiğinde sana "hoş geldin hayatım" demeyi seviyorum. Gelir gelmez yorgunluktan kendini yatağa bıraktığında "ama önce bir şeyler ye" demeyi seviyorum. Yorgunluktan ölmene rağmen benimle ilgilenmeni, fark etmeden yaptığım kaprislere sesini bile çıkarmadan katlanmanı seviyorum.

Günün son dakikalarında istisnasız her gece mutlu hissedip, gülümsemeyi seviyorum.
Teşekkür ederim. Bunlar ve dile getirmeyip kendime sakladığım her şey için.

Neden bunları yazdım bilmiyorum. Kendimle konuşmak için mi yoksa seninle konuşmak için mi emin değilim.
Aslında asıl sebep "Hayatımdaki sessiz varlığından fazlasıyla memnunum." demek sanırım. Ya da buna eklenti olarak "gitmezsen sevinirim." demek.

Bilmiyorum. Ama öyle işte.

Azıcık müzik mi dinlesek ? Hadi sende kalk güzel bir kahve yap.

7 Aralık 2012 Cuma

Mabel'e mektuplar (4)

Yazacak çok şeyim var sana. Ama içimdeki ses bana kırgın olduğunu söylüyor. Sana yazmayalı çok oldu, biliyorum. Ne burada, ne de defterde sana hiçbir şey yazmadım. Üstelik adın şu bir buçuk aylık sürede aklımdan sadece bir kez geçti. Evet, kızgınsın.

Kızgın olmakta haklı mısın? Onu bilmiyorum işte. Belki kendince haklısındır ya da bence haksız. Ama hep içeride bir yerlerdesin Mabel. Seninle dolu çok gecem oldu. Gündüzleri hiç paylaşmadık biz seninle. Çünkü ancak geceleri biz olabiliyorduk. Gündüzlerimiz hep yalandı.

Hiç hayatıma girmemiş olmana, hatta hiç tanışmamış olmamıza rağmen biz çok güzeldik be. Seni özlemeye alışmıştım ve ne zaman başım sıkışsa hep sana sığınmıştım. İşte o anlarda sonsuza dek seninle kalabileceğimi sanmıştım. Ama kalamadım, kalamadık. Hangi iklimlere yelken açtın bilmiyorum ama ben soğuk bir kuşağın sıcak iklimlerine gidiyorum. Limonu sevmeyen bir adama, limon rengi mektuplar yazıyorum. Daha çok mu kızdın? Kızmadın biliyorum. Çünkü asıl olan mutlu olmak bizim hayatlarımızda ve ben epeydir mutluyum Mabel. Gerçekten.

Onu sana anlatmamı bekleme. Çünkü onu kendime bile anlatmıyorum.
Anlatacak milyonlarca kelime uçup gitti aklımdan.
"Unutmadan yaz" demişti.
Unuttum, yazamadım.

Hoş kal Mabel.
Sıcak iklimlere git.
Belki gerçekten Ada'n oradadır.
Ama ben o Ada değilim.