30 Aralık 2012 Pazar



Geceydi.
Dudaklarım ilk kez değiyordu tenine
Ve ilk kez karışıyordu terin, terime.
Gözlerim ıslaktı,
aynı dudakların gibi.
Kulağımda sesinin fısıltıları yankılanıyordu.
“Seviyorum” diyordun..
“Seni, tenini, terini.”
Yalan söylüyordun ilk defa bana,
Fırtınalar koparken bel altında.
Gerisi uzun bir sessizlikti.
Nefesin saçlarıma dolanıyordu.
Başım göğsünün sağ yanında,
parmaklarım sol memende.
Kalbin bir kuştu sanki avucumun içinde.
İlk yalandan mıydı bu korkun,
Yoksa tenime kavuşmanın heyecanından mı?

27 Aralık 2012 Perşembe

“Bir akşam üstü parlıyordu, ucuz şarap şişesinde..”




Adı henüz konulmamış bir şehrin, dar sokaklarında, yüksekçe bir balkondan telaşlı bakışlarıyla sarkan kadın, bir yandan yeni yanmış sokak lambasının altından geçen insanların yüzlerini seçmeye çalışırken diğer yandan kulağına tuttuğu telefonun ucuna ağzını yapıştırmış, sinirini belli etmeden konuşmaya uğraşıyordu.
“Ne demek gelemiyorum? Yine sokağı karıştırdın ama dalga geçmeyeyim diye beni kandırıp zaman kazanmaya çalışıyorsun değil mi? Hınzır senii. Ben yutar mı..”
“Gerçekten gelemiyorum canım. Özür dilerim..”
“Daha bir saat önce mesaj attın. “Kahvemi hazır et çilek dudaklarında.” dedin.”
“Biliyorum, biliyorum..”
dedi adam kırık dökük bir sesle. Harfler gizlenerek, fısıltıyla çıkıyordu dudaklarından. Öyle hafif, öyle ürkek.
“Özür dilerim.”
Kadının gözleri dolmuş, dudaklarını sakin bir titreyiş sarmıştı. Yüreciği pır pır ediyordu içinde. Tek kelime çıksa ağzından, ağlayacaktı. En ufak bir şüphesi yoktu, çok önemli bir şey olmasaydı çoktan kollarını onun beline dolamış, kokusu burnunun direğini sızlatarak ciğerlerine ulaşmaya çalışıyor olurdu. Burnunu çekti, ardından yutkundu kadın.
“Ö-önemli değil canım.”
Sesi boğuk çıkıyordu. Adamın ruhunda 9.5 şiddetinde depremler oluyordu. Kadını her zaman ki gibi alttan alıyordu. Biliyordu tabi onu isteyerek üzmeyeceğini. Şu güne kadar kadına ne söz verdiyse tutmuştu. Tutmaması mümkün müydü sanki. Yok, hayır. Kadın asla şikayet etmezdi sözlerini tutmasa. Ama kahve gözlerine öyle acı bir özlem otururdu ki.. İşte tam o anlarda adam öleceğini sanırdı. O yüzden ağzından çıkan sözcüklere çok dikkat ederdi. Dudaklarından çıkan her kelime -en şehvetli anlarda bile- tutulması gereken bir söz olurdu.
“Şimdi kapatmam gerek hayatım..”
“Peki.”
Veda sözcükleri kullanmamışlardı şimdiye kadar. Kullanmamaya da devam edeceklerdi. Vedalar ayrılanlara özgüydü.
Kadın balkonun penceresinin önünde duran mavi pufa oturdu. Ama ne oturmak.. Omuzları düşmüş, dudakları büzüşmüştü. Kaşları çatık değildi. Gözlerinde yine o bilindik özlem vardı. Sahi kaç gün olmuştu onun kokusunu duymayalı? Her sabah uyandığında onu yanında arıyor ama bulamıyordu.Her geçen gün başka bir geceyi doğuruyor, geceler çoğaldıkça sol yanı onu daha çok istiyordu. Gerçi alışmıştı özlemeye. Onun adı bile özlemekti. Kokusu, sesi, teni.. her şeyi özlemdi onun.
Kadın yaklaşık bir saat boyunca balkonda oturdu. Elinde yarısından çoğu bitmiş bir şarap şişesi vardı ve akşam üstü, şişenin üzerinde parlıyordu.
Kadın alkole fazlaca dayanıksızdı. Ondandır ki yalnızca adam yanındayken içerdi. Çoktan sarhoş olmuştu. Yinede kendindeydi. Biraz başı dönüyor, hafiften midesi bulanıyordu. Öyle ya, birlikte yiyecekleri için sabahtan beri adam gibi bir şey yememişti. Bir sürü yemek yapmıştı sırf bu akşam için. 
Gerçi bir kaç şişe bira, atıştırmalık abur cuburlar onlara yeterdi. Sayısız günü geçirmişlerdi bu şekilde. Ama kadının özenesi gelmişti bu sefer.
Zor zahmet omuzlarını dikleştirdi. Balkonun trabzanlarına tutunarak ayağa kalktı. Dünya fazla hareketliydi bu gece. Balkon kapısından salona girdi. Aynı anda dengesini kaybetti. Tam düşecekti ki havada asılı kaldı bedeni. Kaşları çatıldı. Düşmek için çırpındı.
“Yine uyuya kaldım değil mi?”
“Bilmem.”
“Uyan! Kendim uyan! Havada asılı kalamazsın. Saroş musun nesin ya!”
Sessiz bir kıkırtı duydu kadın.
“Kendime mi gülüyorum? Ama gülmedim ki ben! Bu sefer özlemekten gerçekten delirdim galiba..”
Adam dudaklarının ucunda duran kahkahasını binbir çabayla tuttu. Kadını yavaşça yere bıraktı. Birkaç adım geri çekildi parmak ucunda ve karanlığa sakladı kendini. Kadının kendi kendine konuşmasını dinlerken elini ağzına siper etmişti, kıkırtı seslerinin çıkmasını engellemişti.
“Oh be düştüm sonunda! Artık düşmek bile zor şu dünyada. Zaten o yokken ne kolay ki? Eşşşek herif! Elbet gelecek, bu sefer burnundan getireceğim. Yaptığım bütün yemekleri kulağından sokup, gözlerinden çıkartacağım. Kıçın soğuk fayanslara değer inşallah! “
Kadın birkaç dakika sustu. Hala yerde oturuyordu. Üzerindeki elbise kalçalarına kadar sıyrılmıştı.
“Ah kadın, ah!” 
diye inledi adam içinden. Genç kadın susmaya daha fazla dayanamadı her zaman ki gibi.
“Ama yok be. Hasta olur şimdi. Kıçı değmesin fayansa. Azıcık cimcireyim yeter.”
Ayağa kalkmak için yanı başındaki koltuktan destek almak istedi.Ama koltuk tahmin ettiğinden uzak olduğu için uzattığı eli ancak havayı kavrayabilmiş ve sertçe yere çarpmıştı.
“Ah!”
Adam yarı karanlıkta tam ne olduğunu görememişti. Çok geçmeden kadının ettiği edepsiz küfü duyunca rahatladı.
“İyi ki burada olduğumu bilmiyor.”
dedi içinden. Aynı anda kadının mırıldandığını duydu.
“İyi ki burada değil, küfür ettiğimi duysa sabaha kadar utandırıp dururdu beni. Eşek işte, eşek.”
Yere dayadığı elleriyle önce dizlerinin üzerinde durdu.Ardından sallanarak ayağa kalktı. Oflaya puflaya odasının yolunu tuttu. Ara holün ışığında bedeninin silüeti görünüyordu. Adam peşinden gidecekken, kadın durdu. Elbisenin eteklerinden tutup yukarıya doğru çekiştirdi. Bir kaç saniye sonra üzerinde sadece iç çamaşırları vardı. Adam kuruyan boğazı yüzünden yutkunamadı bile.
“Delirteceksin bir gün beni..”
dedi adam. Çok geçmeden kadının sesi duyuldu.
“Sende beni.”
Adam kaşlarını çattı. Salonun kapısına kadar yürüyüp orada durdu. Hemen sağ tarafta yatak odası vardı. Seslerden kadının yatağa yattığını anladı.
“Kokunu nasıl hissetmeyeceğimi düşündün ki..”
Adam gülümsedi. Kadının her zerresine aşıktı. Hele ki söz konusu kendi olduğunda asla yanılgıya düşmeyişine tapıyordu. Odanın kapısına doğru bir adım attı ve pervaza yaslandı.
“Hani birimiz sürpriz yapacağını fark ettiğimizde bozmayacaksın hanım efendi?”
“Bozmadım işte.”
“Madem bozmadın şu an nasıl konuşuyoruz?”
“Sanki sen son dakikaya kadar bekleye biliyorsun. Hem.. hem ben saroşum. İstediğimi yaparım!”
“Öyle mi küçük hanım?”
“Hayır akşam oldu.”
“Ha-ha-ha..”
“Komikti..”
“Komikti bir tanem..”
“Tabi ki..”
“Geleyim mi?”
“Hı-hı..”
Adam yavaş adımlarla yatağın sağ tarafına yürüdü. Bunda zamandır bir kez olsun diğer tarafta yatmamıştı. Üzerindeki ince montu çıkarıp yere bıraktı. Çok geçmeden örtünün altındaki yerini aldı. Kadın ona sırtını dönmüştü. Adam bir kolunu kadının beline sarıp onu kendine çekti, kadın itiraz etmedi. Aksine daha çok sokuldu. Yüzünde tarifi olmayan bir gülüş vardı. Belli belirsiz mırıldandı.
“Bu gece rüya görmek zorunda değilim.”
“Neden?”
“Yanımdasın çünkü..”

20 Aralık 2012 Perşembe

Kar yağmasına sevinsem de , içimde bir yerler eksik kaldı.



Şu anda Dünya’da var olan insanların büyük bir çoğunluğundan daha çok mutlu olmam gerekirdi aslında. Aylardır bu sabahı bekliyordum ben. Beklemekle kalmıyor günde 543254845632 kez “kar yağsın!” diyerek insanları da benim heyecanıma katılmaya zorluyorum. Tabi bir yerden sonra bıktılar benden. “Ay yağsın da kurtulalım” demeye başladılar. Sanırsam onlarda artık benim dilimden kurtuldukları için mutludurlar.
Çoğu insan benim kar aşkımı abartılı bulur. Nedendir bilmiyorum ben çocukluğumdan beri kar yağdığında çok mutlu olurum. Öyle böyle değil , hemde gün boyu polyanna modunda gezer , günün sonunda da mutlaka hasta olurum. 
Ama bu sefer sırtımı pencereye dönüp, yağan kardan uzak duruyorum. Çünkü eksik.. Bir şeyler eksik içimde. Karın yağmasını deli bir hevesle bekleyen bende bir şeyler eksik.  
Uyandığımda yataktan çıkmadım bu gün. Elime bir kitap alıp onu okudum. Çok gerekliymiş gibi dün dersanede öğretilen konuları tekrar ettim. Bir ara gözlerim kapanmış ve uyuyakalmışım. Gelen mesajla araladım gözlerimi. “burada her yer kar.” diyordu son cümlede. Bir an mutlu hissettim. Yataktan telaşla çıkıp pencereye koştum. Evet kar yağıyordu. Ağır çekimdeymiş gibi yere düşmekte acele etmeyen milyonlarca kar tanesi gökyüzünde rüzgarla savrulup duruyordu. Evlerin çatısı , arabaların üzeri ince bir kar örtüsüyle kaplanmıştı. Birkaç saniye çok mutlu hissettim. Yatağımda unuttuğum telefonumu aldım hemen. 
“Yağmışş! Kar yağmışşş! Arabaların üzeri kar olmuuşş!” diye mesaj attım kar yağdığını haber veren kişiye.
Sonra dakikalar geçtikçe kar silikleşti hafızamdan. Telefonu bıraktım. Sırtımı pencereye döndüm. Kar a küsmüş gibiydim. Yağmasını hep çok istedim ama.. bu kadar eksik hissedeceğimi bilmiyordum ben. Şimdi istemiyorum. Bütün kar taneleri gökyüzüne geri çekilsin istiyorum. O beyaz örtü kalksın ve ait olduğu yere, gökyüzüne gitsin..
Ben onu bu kadar hevesle beklerken, o beni mutsuz ediyordu. Yıllardır aşık olduğum o beyaz melekler şimdi beni mutsuzluktan öldürecek neredeyse. Telefonuma bir sürü mesaj geliyor.. “Oo yaşadın kar yağıyor.” diye. Kimin umurunda. Çoğunu açıp okumuyorum bile. 
Bu kadar eksik olmamalıydı kar heyecanım. Bu kadar çabuk bitmemeliydi ya da.. Sadece birkaç saniye sürdü. Pencereden dışarı baktığımda heyecan duymalıydım ben! Ama eksik işte! Bu kış her şey çokça eksik..
Bende eksik kalıyorum.
Bütün suç hayallerin aslında. Onlar olmasa bu kadar eksik olmazdı her şey..

19 Aralık 2012 Çarşamba


Duruyorum. Parmaklarım klavyenin üzerinde ve seni anlatacak bir şeyler düşünüyorum. Aklıma onlarca şey geliyor ama iş kelimelere dökmeye kalkınca sadece duruyorum.

En ufak bir konu hakkında bile sayfalarca yazabiliyorken, senin hakkında tek kelime yazamamak garibime gidiyor. Bazen inat ediyorum. Alıyorum bilgisayarı kucağıma saatlerce yazmak için uğraşıyorum. Ama sonuç koca bir hiç oluyor. Yazdığım hiçbir cümle yeterince iyi olmuyor.  Beğenmiyorum. Koca koca paragraflar yazıyorum bazen. Bir anda oluyor. Ama tekrar okuyup, gözden geçirince... Bu mudur diyorum. Bu kadar mı? Sil baştan yapıp, tekrar başlıyorum.

Düşünüyorum. Benim için kimsin, nesin diye. Sonra düşünmekten vazgeçiyorum. Böyle daha iyiyiz diyorum, olabileceklerden korkarak. Bazı geceler uykum bölündüğünde seni uyandırmaya kıyamıyorum. Sessiz sedasız, parmak ucunda mutfağa gidiyorum. Ses çıkarmamaya dikkat ederek sıcacık bir kahve yapıyorum. Her ne kadar uyanmanı istesem de, ertesi gün ne kadar yorulacağını bildiğimden kendime engel olmaya çalışarak başka şeylerle ilgileniyorum. Çok geçmeden yine başımı yastığa koyuyorum. Gözlerim kapanırken gülümsüyorum her zaman ki gibi.

Gün içinde öyle bir an oluyor ki bazen sanki seninle birkaç dakika daha konuşmazsam özlemekten çıldıracakmışım gibi hissediyorum. Mesaj atarsam işinin bölüneceğini biliyorum. Bölününce eve gelmenin gecikeceğini de. Sinirli bir of çekip telefonu çantamın en dibine atıp, başka şeylerle ilgileniyorum. Sinirim sana değil elbette. Sadece bu kadar çok özlemeyi sevmiyorum.

Ama en güzeli akşam saatleri oluyor. Hani işten çıktığın vakitler. İşte o zaman mutlu oluyorum. Gün çoğu insan için sona ermiş olurken bizim için daha yeni başlamış oluyor. Eve geldiğinde sana "hoş geldin hayatım" demeyi seviyorum. Gelir gelmez yorgunluktan kendini yatağa bıraktığında "ama önce bir şeyler ye" demeyi seviyorum. Yorgunluktan ölmene rağmen benimle ilgilenmeni, fark etmeden yaptığım kaprislere sesini bile çıkarmadan katlanmanı seviyorum.

Günün son dakikalarında istisnasız her gece mutlu hissedip, gülümsemeyi seviyorum.
Teşekkür ederim. Bunlar ve dile getirmeyip kendime sakladığım her şey için.

Neden bunları yazdım bilmiyorum. Kendimle konuşmak için mi yoksa seninle konuşmak için mi emin değilim.
Aslında asıl sebep "Hayatımdaki sessiz varlığından fazlasıyla memnunum." demek sanırım. Ya da buna eklenti olarak "gitmezsen sevinirim." demek.

Bilmiyorum. Ama öyle işte.

Azıcık müzik mi dinlesek ? Hadi sende kalk güzel bir kahve yap.

7 Aralık 2012 Cuma

Mabel'e mektuplar (4)

Yazacak çok şeyim var sana. Ama içimdeki ses bana kırgın olduğunu söylüyor. Sana yazmayalı çok oldu, biliyorum. Ne burada, ne de defterde sana hiçbir şey yazmadım. Üstelik adın şu bir buçuk aylık sürede aklımdan sadece bir kez geçti. Evet, kızgınsın.

Kızgın olmakta haklı mısın? Onu bilmiyorum işte. Belki kendince haklısındır ya da bence haksız. Ama hep içeride bir yerlerdesin Mabel. Seninle dolu çok gecem oldu. Gündüzleri hiç paylaşmadık biz seninle. Çünkü ancak geceleri biz olabiliyorduk. Gündüzlerimiz hep yalandı.

Hiç hayatıma girmemiş olmana, hatta hiç tanışmamış olmamıza rağmen biz çok güzeldik be. Seni özlemeye alışmıştım ve ne zaman başım sıkışsa hep sana sığınmıştım. İşte o anlarda sonsuza dek seninle kalabileceğimi sanmıştım. Ama kalamadım, kalamadık. Hangi iklimlere yelken açtın bilmiyorum ama ben soğuk bir kuşağın sıcak iklimlerine gidiyorum. Limonu sevmeyen bir adama, limon rengi mektuplar yazıyorum. Daha çok mu kızdın? Kızmadın biliyorum. Çünkü asıl olan mutlu olmak bizim hayatlarımızda ve ben epeydir mutluyum Mabel. Gerçekten.

Onu sana anlatmamı bekleme. Çünkü onu kendime bile anlatmıyorum.
Anlatacak milyonlarca kelime uçup gitti aklımdan.
"Unutmadan yaz" demişti.
Unuttum, yazamadım.

Hoş kal Mabel.
Sıcak iklimlere git.
Belki gerçekten Ada'n oradadır.
Ama ben o Ada değilim.


13 Kasım 2012 Salı

Gri hallerdeyim.

Tam da bilindik hallerdeyim
Bir güz kasabasının usul yeliyim.
Gözlerinde yaş dolu binlerce aşkın kokusu karışmış tenime,
Gün omuzlarında kırgınlıkların yükünü taşıyan gecelere gebe.
Sahile sığınmış birkaç yavru köpeğin çaresiz uluyuşlarındayım şimdi,
bir gece vakti.
Aynı sahilin bir ucunda ayağına dolanan dalgalardayım belki,
Senden habersiz.
Bulutların arasından gökyüzünü yırtarcasına düşen bir yıldırımım gözlerine,
Seni korkutan, ama geceni aydınlatan belki de.
Aslında hiç dünyaya gelmemiş bir umudun adıyım.
Belki bir şarkının notalarında,
Belki kırılacak bir kalpte,
Belki yazacağın bir kaç mısranın sonundaki noktada,
Adım adın olmayı bekliyor hala.
Düşlerinde kayıp bir hece oldum çoktandır.
Belki bile bile cami avlusuna bırakılmış bir hayaldim.
Belki sendim, belki o.
Bilinmez ya belki sessizliğe olan borcundum,
dudaklarından düşmeyi bekleyen üç harften birinde.
Ya s'onsuzluğa terk edildiğinden beri sol memende biriken acıydım.
Ya da hiç biri.
Ben aslında çokça sendim.
Sen aslında çokça ben.
Kim bilir aynı kelimenin yan yana iki hecesiyizdir belki.
Ama cümle bitmiş ve biz yanyana gelip bir kelime olamamışızdır.
Başka bir cümlede görüşmek üzere öbür yarım.
Seni şimdiden özledim.

22 Ekim 2012 Pazartesi

Kadın

Aynalardaki kadar mutsuz musun, yoksa fotoğraflardaki kadar sahte mi?
Söylesene kadın, aynı anda kaç kişiliğe bürüne biliyor ruhun? Bir şarkı kadar eşsiz misin? Yoksa kulaklara aşina bir ezgi misin?
Sesin hep bu kadar cansız mı? Ya bakışların? Bir ömrüm katili gibi bakmak zorundalar mı?
Sahi kaç ölüm sığdırdın kalbine? Kaç hayalin mezarı orası? Seninde hiç büyütemediğin bebeklerin oldu mu?
Hala ilk nefesteki gibi yanıyor mu ciğerlerin zehri dumana boğulurken?
Söylesene kadın! Nasıl bu kadar güçlüsün hala hayata karşı? Yaraların nasıl tek kahkaha ile geçmişe gömülüyor?
Gözlerin dalıyor kadın..
Buğulanmış bir camın ardında ,  parmakların yanarken çayın sıcağından, kimi bekliyorsun?

İzmir gibi kokuyor boyun çukurun.. Ama ellerin İstanbul kokuyor. Dudaklarındaki gülümseme güneş gibi kadın. Gözlerim kamaşıyor. Yanaklarındaki ıslaklık yağmurdan mı? Yoksa ağlıyor musun? Göremiyorum..

Söylesene kadın..
Kahveye bulanmış göz bebeklerinin ardından kime gülümsüyorsun?

20 Ekim 2012 Cumartesi

Hiç değilse arkadaşlarım var diyor bazen insan..


“Bu gün daha  iyi misin ?”
“Moralin düzeldi mi ?”
“Konuşmak istersen geleyim ?”
Sizi düşünen arkadaşlarınız varken hayat gerçekten güzel.. Tek sorun “iyiyim” diyerek onlara yalan söylüyor olmam.
Bok gibiyim sevgili arkadaşlarım. 
Kaplumbağam öldü, Kadıköy’ü özledim. Gerçekten güzel olabilecek bir şeyin aslında hiç olmadığını fark ettim. Belki de tamamen bana ait duygulardı hepsi.. Belki de yaklaştığım sınırlar bile benimdi. Ve sonra yine acıyan da bendim işte..
Üzgünüm arkadaşlarım size yalan söylüyorum ama aslında gülmüyorum. Bir kaç gündür içimden çıkmayan o acı hala olduğu gibi yerinde. Sadece şekil değiştirdi..
Ama siz beni mutlu bilin ve beni dert etmeyin..
Alıştım ben kendi kendimi toplamaya. 
Bir kaç yağmur yağar, havalar soğuk olur bir süre.. Sonra yine bahar gelir dudaklarıma..
Meraklanmayın.

14 Ekim 2012 Pazar

Yalnızlık ne demek ?

Yalnızlık ne demek biliyor musun ?
Yalın olmaktır özünde..
Belki sözünde..
Ama asla ıssızlık değildir anlamı.
Yalın olmaktır ve belki de hayatın en güzel halidir yalnızlık.
Ama yalınlık boşluktur.
Ne duygu
Ne de his !
Boş olmaktır , düz olmaktır , beyaz olmaktır özünde.
O zaman yalnız olmayanların sevinmeleri neden ?
Farklı renklere bulanmak mı güzel olan ?
Anlamıyorum.

12 Ekim 2012 Cuma

Mabel'e Mektuplar (3)

Mabel'im..

Yeni başlangıçlardayım yine. Çatma kaşlarını. Yeni bir sen değil. Dersaneye başladım. İlk hafta bugün bitti. Yorulacağım bu sene. Biliyorum. Ama şikayet etmiyorum. İsteyerek yorulacağım. Kazanmam gerek. Üniversite okumak değil tek hedefim biliyorsun..

Ada olmak istiyorum. Tamamıyla..

Çok şey istiyorum şu hayattan. Biliyorum, farkındayım. Ama ne için varız ki ? Durmak, susmak hiç bir şey yapmadan beklemek, saçma sınırlara hapis olmak.. Yanlış geliyor bunlar bana. Eğer bir şekilde var olduysak, bir yerden ısırmalıyız hayatı. Küçük ısırıklarla başlayıp, her kopardığımız parçayı biriktirerek yeni bir hayat kurabiliriz.. Tek yapmamız gereken hayatın bize lezzetli gelen yanlarını ısırmak.

Haksız mıyım Mabel ?

Hayat istediğin yere kadar çabalamaktır. Ben daha sahilden ayrılmadığım bile. Okyanusun ortasını istiyorum Mabel! En mavi yerinden koca bir düş istiyorum.

Benimle orada buluş..

Özlemek diyorum, çok fena..


Bu gün huysuzum biraz. Uykusuzum ayrıca. Gecem de kötü geçti zaten. Sabah, geceyi toplamış oldum ama şanssızlık bırakmıyor peşimi , parmağımı incittim. 
Hava güneşli ama ben üşüyorum. Huysuzluğum birazda hasta olacak olmamdan sanırım. Daha kış gelmeden yakama yapıştı grip, bırakmıyor. Ee aşık olmuş zavallım ne yapalım.. 
Annem iki gündür evde yok. Onu özledim sanırım. Çayından otlanmayı, her sıkıldığımda gidip sarılmayı.. Özledim işte. 
İnsanın kimsesi olmasa bile , her ne kadar sürekli şikayet etse de , annesinin varlığı yetiyor. İki gündür yok alt tarafı. Ama ben onun koltuğunda oturup, onun bardağından çay içiyorum. 
Gelse bir an öncede yine kızdırsam onu. Kavga etsek. Burnunun direği sızlar ya insanın.. Öyle oldum şimdi. Hani seslenince cevap vermiyor ya. O çok fena. 
“Hattuunn.. Sana zahmet çayı koysana. Ben demlerim söz!”
Özledim seni annem..

Mabel'e Mektuplar (2)

Mabel'im..

Bu aralar bana çok kızdığını hissediyorum. Daha çok biliyorum aslında. Biliyorum çünkü sen olsan yerimde ve yaptıklarımın aynısını yapsan bende kızardım. Hatta belki kırılırdım sana. Emanetime "onun canını yakarak mı bakıyorsun ?" diye. Ama sen bana kırılma. Her şeye dayanırım da bir o yakar beni.

Bir kez daha sen sandığım, canımı yaka yaka gitti. Gerçi canım o kadarda çok yanmadı. Sana nazlanıyorum biraz sanırım. Çünkü daha ilk andan biliyordum sen olmadığını. O tende takılı kaldı, sen çoktan kalbe düştün..

Anlamıyorum Mabel. Nedir bu sevişme merakı ? Nedir bu tendeki sönmeyen ateş ? Üstelik daha sevmeden sevişmek istiyorlar. "Önce sevişelim beğenirsem aşık oluruz. " Elimde olmadan eskiden aşklar böyle miydi diyorum, gerçek aşklar..

Ne kadar kolay birinin tenine dokunmak.. Üstelik buna aptal kılıflar buluyorlar. Sevmek diyen var, ihtiyaç diyen var, var da var..

Bunca yüzyıldır aşıklar hep hasretken birbirinin kokusuna.. Şimdikiler için her şey daha basit. Seviyorum demek yetiyor onlara. Ama hep sözde sevmek, tende sevişmek onların ki. Birine dokunmak , öpmek, sevişmek , tenine tenini katmak sadece zevkten ibaret. Ama hani sevmek ? Sevişmemek değil elbette sevmek.. Ama her tene aşık olup , kalbi istediklerini iddia etmeleri .. Ben onu anlamıyorum.. Sanırsın ki sigara içiyorlar. Sıkılınca değiştir başka marka al.. Bu gün Camel yarın anadolu öbür gün parlament..

Oldu, başka ?

Anlamıyorum ki Mabel. Ben mi uzaydan geldim, onlar mı ?

8 Ekim 2012 Pazartesi

Mavi gözlü bir kansere yakalandım Jose. Acı çekerken kemoterapi saatlerinde umutlanabildin mi hiç kanserli hücrelerin sana sarılıp, gülümsemesine...

Korkuyorum. Bütün halkım tedirgin Jose. "Palyaço, mavi gözlü kansere yakalanmış" dedi tanrı. "Ameliyat edelim" dedik. Dedi, "olmaz." Derinlemesine temizlik deterjan reklamlarında olur diye koridorda ağladı palyaço. "Eğer bir Müslümansam kılınması gereken bir namaz gibi benim için o" diye hemşirenin sırtına kazıdı palyaço. Güldü. Biraz da ağladı. Biraz daha yalnız kaldı. "Eğer bir Hristiyansam benim için kutsal üçlünün dördüncüsü odur benim için" diye yazdı kağıda palyaço, eline tutuşturdu bir cesedin ve "sıkılırsak okey çeviririz hem" diye gülümsedi... Yalnızlık tam kalbine kazık çakacaktı ki, "Eğer bir Museviysem, vaadedilmiş topraklardır teni benim için" dedi palyaço, yalnızlık utancından ağladı. "Ağlama" dedi palyaço, "ağlama.." "Eğer bir Darwinistsem, gamlı bir hayvandan bir insana dönüşmemin sebebidir o" diye sırtını sıvazladı köşede pandomim yapan ayrılığın..

Ben çok yalnızdım. Dağların arasındaki bir ova gibi yalnızdım. En derinde yok olmaya yüz tutmuş, adı bilinmeyen, bilinemeyecek olan bir gezegen gibi yalnızdım. Yalnızlık güzeldi, hoştu, yakışıklıydı. Yakışıklıydı bir Nazi subayı gibi, yakışıklıydı bir kadın kadar. Yalnızlık benimle sık sık konuşurdu, eski bir dost gibi, nasihat veren öğretmen gibi, kızan bir anne gibi. Tanrı yalnızdı, Dünya yalnızdı, ben yalnızdım. Ama dünya değildim, tanrı da değildim sadece bendim. Aslında ben de değildim. Ben, çoktan başkaları olmuştu. Bir parça geçmişim, bir parça da geleceğim deyip geçmişime karışmıştı ben. Ve ben her yerdeydim. Her bedende, her ruhta, her kalpte.

Ben güçlüydüm. Gücüme güç katacak başka herhangi bir iletken aramadım. Güçsüz değildim. Sadece bir parça yaralı, birkaç organı eksilmek üzere olan...

Ben sana yalan da söyleyebilirdim, palyaço bu keza ne yapsa yeridir. Ben seni insanlık dışı sevmeye çalıştım, insanları sevmem sahtedir. Ben seni palyaço gibi sevmeye çalıştım, palyaçoları severim. İnsanları korkutur ve eğlendirir.


Kusura bakma Jose, saçmaladım, farkındayım... Hep o ilaçlar yüzünden.

Batuhan Dede

21 Eylül 2012 Cuma

Mabel'im Günaydın :)

Sana bir gün daha yaklaşıp, sensiz bir geceyi daha öldürdüm. Yine katil oldum. Gecelerin üzerini gözyaşımla örttüm. Daha kaç gece böyle yitip gidecek ? Gelecek misin Mavi Tuna’m ? Gel..

Mabel'e mektuplar (1)

Sigara yakmayı beceremem ben. Hele dışarıda. Ne zaman sigarayı alsam dudaklarıma rüzgar esmeye başlar. Bir türlü yanmaz o sigara. Sırtımı dönerim rüzgara olmaz, elimi siper ederim olmaz. Bulur bir boşluk , dalar oradan içeri rüzgar. Rüzgar yaramazdır..

 Mabel gibi. Mabel'im de yaramazdır. Sahi tanıyor musun Mabel'i ? Ne demek tanımıyorum!? Nasıl tanımazsın Mabel'i ? Kaybol, gözüm görmesin karşıma. Anlamıyorum nasıl bilmezsin Mabel'imi?

 Mavidir Mabel'im.. Mavi çünkü gözleri mavidir derler.. Derler diyorum çünkü ben Mabel'imi hiç göremedim. Her gün onunla karşılaşmaya biraz daha yaklaşıyorum. Ama dedim ya yaramazdır Mabel'im, Tuna'm. Onu daha çok özlemem için uğraşıyor belli ki. Hele bir gelsin, o tatlı kulaklarını çeke çeke uzatacağım.

 Sahi.. Onu ne zaman kaybettiğimi bile hatırlamıyorum. Buldum mu onu da bilmiyorum. Ama içimde bir ses var. Mabel o işte. Tuna'mın sesi o. "Geleceğim, sabret!" diyor. Sahi gelecek misin Tuna'm ?

 Geleceksin. Hissediyorum. Sende beni arıyorsun. Eğer bilmeden beni bulmanı zorlaştırdıysam ya da zorlaştıracaksam affet. Çünkü tek istediğim sana sarılabilmek. Uzun uzun.. Nefes alır gibi..

 Hayat giderek zorlaşıyor Tuna'm. Buralar kötü, buralar bize göre değil. Çok can yakıyorlar burada. Biliyorum yanımda olsan, olabilsen bu kadar acımaz canım. Sen varken kim ne yapabilir ki bana, bize ? .....

 Kızacaksın. Hatta çok kızacaksın ama yine tutamadım ben kendimi. Seni öyle özledim ki, gözlerim bile yaşlarıyla feryat ediyor. Çok özledim be Tuna'm. Öyle böyle değil. Çok özledim.

 Zor zamanlar yine kapıda ve senden güç alamamak öyle zor ki, öyle güçsüzüm ki şu son günlerde. Hani olsan diyorum, yanımda olsan. Hiç değilse tutup elimden Kadıköy'e götürsen beni. Kayanın birine oturtup "nefes al!" diye zorlasan beni. Bir yudum nefesi dudaklarından versen zorla.

 Ah Tuna'm! Ne çok özledim seni. Seni özledikçe daha hırçın oluyorum. Daha çok acıyor canım. Çünkü yoksun.

 Gelmeyecek misin Mabel ?
Ada yalnız.
Ada mutsuz.
Ada ıssız.

Ada yok oluyor.
Ada yok ol. 
Ada yok.
Ada. 
A.

"Çabuk gel Mabel.."

12 Ağustos 2012 Pazar

Birinin olmak..

"Birinin olmak.. Birine ait olmak.. Haşim'in Piraye'si olmak mesela.."

Hep derim ya , beklenmedik şeyler kökten değişimler yaratır diye. Yine öyle bir değişimin kollarında olduğumu ve o kolların beni sıkı sıkı kavrayarak kucakladığını hissediyorum. Kaldı ki bu kucaklamaya bende karşılık veriyorum. Ve belki de buna ben zemin hazırlıyorum , bile-isteye..

Yalnız bir geceden çıktım yine. Yaklaşık iki aydır gecelerim hep dolu. Geceyi dolduran ise sabit, hiç değişmiyor. Ara sıra kayboluyor. Kaybolduğu gecelerde elle tutulur derecede bir yalnızlık kaplıyor dört yanımı. Rahatsız oluyorum. Öyle alışmışım ki varlığına, tek kullanımlık yoklukları bile huzursuz olmama yetiyor. Yine huzursuz , hatta huysuzdum. Ortalığı birbirine kattım farkında olmadan.. Sonra kitap okurken buldum kendimi. Önce yabancı bir yazarın kitabını okudum. Ardından da Canan Tan'ın Piraye'sini aldım elime. Her iki kitabı da defalarca okumuşluğum var. Öyle ki ezbere biliyorum her satırını..

Piraye'yi elime alırken aklımdan geçen içindeki şiirlerden birini alıp mektubumun sonuna eklemekti. Mektup kime mi ? O'na..

Uzunca sayfaların ardından bir şiirle bitsin istedim cümlelerim. Benim kalemimden olsun istedim önce. Ama korktum. Daha önce ne zaman birine satırlarımı harcasam buhar olup gitti hayatımdan ; göze alamadım bu sefer.

Neyse.. Aldım elime kitabı tek tek baktım yerlerini ezbere bildiğim şiirlere..
"Hani.." diyor Ahmet Arif birinde ; "Gözlerin hani"
Başka bir sayfaya geçiyorum.
"Dün Memed'i de vurdular.." diyor satırlar. Buz gibi terler boşalıyor sırtımdan. Alışkanlık.. Önce kulak mememi çekip , ardından tahtaya vuruyorum.
"Allah korusun.." diyerek kaçarcasına çeviriyorum sayfayı. Daha fazla uğraşmadan Pes ediyorum. Olmayacak, bu öyle.. Ortasından açıyorum kitabı. Her zaman ki büyüsüne kapılıyorum satırların. Dalıp gidiyorum Piraye'nin telaşına. Kime dokunsa elinde kalıyor zavallımın..

Sonra bir paragraf bitiminde ".. kar yağıyor. Bu hava kaçmaz!" diyen Esin'e rastlıyorum. Sayfa sonuna geldiğimde Haşim , elleri üşüyen Piraye'sinin elini avucunun içine alıp, kabanının cebine sokuyor. Piraye'si karşı koymuyor ona, koyamıyor. Haşim mutlu, Piraye mutlu..

Benzer bir anı defalarca yaşamış olmama rağmen bu sefer daha farklı bir duygu uyandırıyor içimde. Adını ne siz sorun, ne ben söyleyeyim..

Daha bir önceki gece yağan karın hayalini kurmuştu cümlelerim belki ondandı bu ani etki, kim bilir..

Kalem sayfanın üzerinde kaymaya başlamadan hemen önce zihnimde canlanan ve o ilk cümlelere yazmama sebep olan soru, son satırlarımı yazarken yine yine aklıma giriveriyor..

"Birinin olmak.. Birine ait olmak.. Haşim'in Piraye'si olmak mesela..."

7 Ağustos 2012 Salı

Gecelerden Pazartesi

Gecelerden pazartesiydi. Adam yoktu. Kadın karanlığa sığınmış, yalnızlığıyla sevişiyor , adamı aldatıyordu. Damarlarında pişmanlık geziniyordu. Umursamadı. Peş peşe üç sigara yaktı. Tüten duman bile ondan uzaklaşıyordu. İri bir damla belirdi yolun başında. Peşi sıra gelenler, beklenilmeyen misafirden daha nefret edilesiydi.

Oysa kadının hayali ufacık bir akşam masasıydı. Fonda kalpten sızan bir şarkı, belki eflatun bir ölüm..

Yağmur dolu geceye bir adım daha yaklaştı kadın. Gökyüzü bulutlarla dolmuş, güzelliğini lekelemişti sanki.. Yanakları yol yol izlerle dolmuştu gecenin.

Genzini yakan bir nefes aldı kadın. Aynı anda evin boş duvarların da, asfaltta yuvarlanan tekerleklerin sesini duydu. Gözleri heyecanla pencereden dışarı fırladı.

"Geldi.."

Kapıya doğru hızlı adımlarla yürüdü kadın. Elleri titriyordu. Özlemden mi yoksa koskoca gecede hissettiği yokluktan mı bilinmez.. Ama yüreğindeki titreyiş , gelişindendi. Adı gibi emindi kadın.

Adımlarını yavaşlattı bir an.. Sonra silip attı aklındakileri. Kapıya bir kaç adım kala tamamen durdu. Terleyen avuçlarını baldırlarına sildi. Dudaklarına mavi bir gülümseme yerleştirdi. Omuzlarından öne doğru dökülen saçlarını geriye atmadan önce elleriyle uçlarındaki kıvrımlara tekrar şekil verdi. Sağ göğsünün bir kaç parmak üzerindeki kalp şeklindeki fazlasıyla küçük beni saçlarını çekerek ortaya çıkardı.

Bir kaç adım atarak kapıyla arasındaki mesafeyi kapattı. Elini kapı kulbuna koyup, aşağı doğru bastırdı. Her saniye biraz daha açılan aralıktan içeriye izinsizce dalan ışık kadının gözlerini acıttı. Öyle ya saatlerdir cılız bir mumun ışığında oturuyordu.

Kadının yüzünü buruşturduğunu gören adam gülümsedi. Kabahatini bilmese kahkaha atacaktı. İçeri doğru bir adım attı. Kadınla burun burunaydı. Kokusu içine dolup, ciğerlerine erken bir bayram yaşatmıştı. Başını aşağı doğru eğip açıkta duran sol omuzuna uzunca bir öpücük kondurdu.

Geriye çekilirken kadının yanaklarındaki yaşları gördü. Aynı anda yüzünü kaplayan gülümsemeyi..

"Ah be kadın.. Ne yapacağım ben seninle ?"

"Sev.. sadece sev.."

13 Temmuz 2012 Cuma

Bencil şehrin bencil çocukları


Durduk yere canı yanar mı  insanın ? Ansızın ! Yanıyormuş sanırım yada bu sadece bana özel bir duygu. Öyle sık yaşıyorum ki bunu şu sıralar. Bilemiyorum.

Her şey yolunda giderken, gökyüzünde en ufak bir bulut bile yokken, mutluluk ateşten öpücüklerle kalbini kavururken, birden bire gri bulutlar etrafını sarabiliyor insanın. Pek sevilesi bir durum değil, baştan uyarayım. Olur da biraz olsun gri bulut görürseniz, anında kaçın oradan !

Böyle diyorum ya, oysa ben bulutları severdim. Gökyüzünü rahatça görebileceğim bir yere uzanır, bulutları şekilden şekile sokardım. Çok değil yarım saat önce, yüzüm yine sirke satarken, gökyüzünde bir bulut vardı. Kocaman bir gülümseme gibiydi. Hani Up'ta da güzel çiftimiz piknik örtüsünün üzerine uzanıp buluttan hayallere dalıyor ya.. Onun gibi işte..

Dün gece onu izlerken, keşke , dedim. Bu kadar şanslı olabilseydim de , bıkmadan elini tutabileceğim bir kalbim olsaydı.

Ama olmayınca da olmuyor. Tam inandım, güvendim derken ... puuufff ... her şey hayal olup, tozlu raflara mahkum kalıyor. Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı hesabı, kimse tekrardan onlara uzanmayı aklından geçirmiyor. Uzanan olursa , ki olmaz ya , o da pişman oluyor üzerini mahveden tozlar yüzünden.

Ben bunu da sevmiyorum arkadaş !

Bencil şehirlerin bencil çocukları olurmuş. Hatta -muş demek gereksiz. Çünkü oldu, oluyor, olacak.

Kalemi elime aldığımdan beri üçüncü kez elim telefona uzanıyor. Ama tam dokunacakken geri çekiyorum. Çünkü bu sefer bencil şehrin, bencil kızı benim !

Bir kez olsun bencilliği tatmak istiyorum. Başkalarının köpükten balonlarını yaramaz bir çocuk gibi yere düşmesini beklemeden patlatmak istiyorum ! Şu hayatta hep idare eden, alttan alan olmak yerine, bir kez olsun bencil olup, insanları canından bezdirmek istiyorum. Etrafımda sürekli olarak gördüğüm o kırılgan, asalak olmayı yaşam tarzı haline getirmiş insanların karşılarına geçip ağzıma gelen her şeyi söylemek, onlara bir hiç olduklarını gösterip, canlarını yakmak, onları kırmak istiyorum!

Bir kez olsun onlar çakılsın burun üstü yere. Bir kez olsun onlar acısın iliklerine kadar. Ne olmuş ? Acıyan hep bizler mi olacağız ? Bir kez yahu, bir kez onlar yansın!

Neden hep biz "sobaya değen el" oluyoruz ki ? İçimiz niye iltihap topluyor ? Biz mi aptalız yoksa onlar mı çok akıllı ?

Belki ikisi de...

Böyle sayıp döktüğüme bakmayın , ben/biz öyle insanlar olamayız. İmkanı yok. Yaradılışımız da bencillik mayası yok, ondan olsa gerek bu yaşananlar.. Okuyanlardan bazı " ah bu benim!" diyecek. Merhaba kaderdaşım, üzgünüm memnun olmadım karşılaştığımıza bu satır arasında. Bari sen bunları yaşamasaydın.

Üzgünüm ben bu yazıyı yazmaktan. Bencil insanların hep acıttığı insanlardan olmaktan şikayetçiyim! Belki şikayet ediyorum, doğrudur. Ama asla pişman değilim böyle olmaktan. Biri benim arkamdan böyle konuşacağına, benden nefret edeceğine ölmeyi yeğlerdim.

Siz, benciller.. Evet size sesleniyorum son satırlarımda. Bi' durup düşünür müsünüz lütfen. Evet, siz ! Size söylüyorum bayan etrafınıza bakınmayın. Ben hep geri de bıraktığınız ama hep sizi düşünen, koruyup kollayan, bir derdiniz sıkıntınız olduğunda yanına koştuğunuz, ağlamak istediğinizde yaslandığınız ilk omuz.. Elinize geçen bütün parayı her kuruşun sonuna kadar giyime, kuşama , eğlenceye harcayıp, sonra ailenize "param bitti, zor durumdayım" diye acıtasyon yapmak, utanmanıza sebep olmuyor mu ? Ah, öyle mutluysanız elbet bir şey diyemem. Ama umarım aldığınız ahlar bir gün koca bir yumak olup pek kıymetli papuçlarınıza dolanmaz.

Ya siz bayım ? Evet, evet siz.. Kilolu olan bey. Hala çevrenize bakıyorsunuz efendi! Mavi gömlekli, yeni traş olmuş beyefendi.. Siz hiç suçluluk duymuyor musunuz kumar masalarında kaybettiğiniz milyarların ardından ? Çocuğunuz sizden para istediğinde "param yok." derken ne hissediyorsunuz ? Bir kez olsun bayım, bir kez olsun o kumar masasının başındayken aklınıza gelmiyor mu çocuklarınız, karınız. Evet karınız, hani her gece eve dönüşünüzü bekleyen, beklerken illet bir hastalığa tutulan karınız. Hani istediğinizde bütün suçu omuzlarına yıkıp , ortadan kaybolduğunuz karınız. Ah, aklınıza gelebildi, şükür hatırlayabildiniz nikahlı karınızı. Unutmuşum onlarca isimsiz kadınınızın olduğunu. Sizde mi mutlusunuz bu halden ? Pekala öyleyse. Size bok çukurunuzda iyi boğulmalar. Şeytanlarınıza bizden selamlar. Umarım pek yakın zamanda bir çöp konteynırında vücudunuzda bir kaç delik ya da bıçak yarasıyla bulunmazsınız. Yanlış anlamayın, size acıdığımdan değil. Karınıza, çocuklarınıza acıdığımdan..

Bu değersiz satırları bile hak etmiyorlar aslında.. Hak etmiyorlar değil mi ? Biliyorum. Onların canımızı bu kadar yakmaları da haksızlık. Biliyorum bir gün elbet cezalarını bulacaklar. Ama bilmek yetmiyor! Yetmiyor işte. Onlara, onlar gibi karşılık verecek insanlar lazım. Ki umarım bir gün karşılarına öyle insanlar çıkar. Ama ben onlar gibi olmayacağım. Çevremdekilerin de onlar gibi olmasına izin vermeyeceğim.

Bu yazı nereden çıktı bilmiyorum. Bir kaç gündür biraz, belki birazdan daha fazla , hassasım. Sürekli ağlamaklı bir haldeyim. Yaptığım tek şey, Adam'ın yolladığı şarkıları dinleyip, uyumak. Bu yazının sebebi de biraz o aslında, biraz Bayan Mavi, biraz Piraye, biraz O, biraz Bu.

Sözlerim bitti sanırım. Kelimeler yan yana gelip cümle kurmaya çekiniyorlar bir kaç dakikadır. Gitme vakti yani.

Son bir şey.. Eminim her birinden ufacık bir " iyi geceler" bekleyen birileri vardır. Yanlışlıkla bile olsa onları unutmayın olur mu ? Siz farkında değilsinizdir belki ama, bu iki kelime onları berbat rüyalardan koruyor olabilir, bilmiyor olabilirsiniz ama bu iki kelime uyurken dudaklarında ufacık bir gülümsemeyle sabaha taşınan bir mutluluk olabilir.

Siz de elbet birilerinden "iyi geceler" duymayı bekliyorsunuzdur. Olur da bir gece olsun bunu unutur ya da ihmal ederlerse kızmayın olur mu ? Bazılarımız gün içinde o kadar yoruluyor ki, asla unutmadıkları şeyleri unutabiliyor ya da yorgunluktan uyuya kalabiliyorlar.

İhmal etmeyin kimseyi, ederseniz de kocaman gülümsemelerle telafi edin hatanızı.

Hoşçakalın ve kendinizi iyi bakın.

"İyi geceler"

(Size bir kaç hediye..)


A Fine Frenzy - Near To You

This is My City- Cassie

Regina Spektor - The Call

30 Haziran 2012 Cumartesi


hala çocuğum.. 
Gözlerimi kapatınca uçan balonlar görebiliyorum..
hala çocuğum..
Küçük harfleri bas bas bağırabiliyorum..
Hala çocuğum..
Hayallere inanıyorum..
Hala çocuğum..
Aşkla saklanbaç oynayabiliyorum..
Hala çocuğum..
Pamuk şeker yerken bütün yüzüme bulaştırıyorum..
Hala çocuğum..
Maviyi sevebiliyorum..
Hala çocuğum..
Gözlerimi kapatıp, etrafımda döne döne dans edebiliyorum.
Siz büyüksünüz..
Büyükler gibi konuşuyorsunuz..
Hala çocuğum..
Sizi sevmiyorum..

26 Haziran 2012 Salı

Aşkta Tesadüfen




yazının şarkısı bu olsun

Biliyorum normalde postların sonunda verirdim şarkıyı. Ama bu seferlik böyle.

Teoman asla vazgeçemeyeceğim bir ses ve ne gariptir ki ne zaman kafam karışsa ya da içim daralsa pat diye karşıma çıkar. Bu şarkıda yine öyle bir anda karşıma çıkmıştı.

Favori otobüsüm mor 8E de evime doğru giderken deli bir yağmur bastırdı. O sıralarda her şey berbat gitmekte tabi. Dershane denemelerim berbat, okul desen adam gibi gitmiyorum. Evde her gün bir olay, bir kavga. Üzerine birde o gün hava kapalı olunca ben iyice dağıttım kendimi. Gülemiyorum, konuşamıyorum. Yağmurla birlikte gök gürleyip, şimşek çakınca daha kötü oldum ben. Zaten sevmem gök gürültüsünü. Hemen müziğe sarıldım. Rastgele bir radyoyu açtım, son ses dinliyorum. Bir-iki şarkı geçti ve Teoman'ın sesini duydum. Söz güzel, müzik güzel, söyleyen zaten şahane. Biraz olsun topladım kendimi. Ama şarkının sözleri ters geliyor ruhuma.. "Hala aşktan umudun varsa.." diyor adam.

Ama benim umudum yok ki ?

Gerçekten yok. Hani hepiniz biliyorsunuz, fazlaca şıpsevdiyim. Aşktan aşka koşarım. Aslında koşardım. Artık yapamıyorum bunu. Saçma geliyor. Hepimiz defalarca tattık aşk denen şeyi. Sakın şimdi biri çıkıp "insan bir kere aşık olur" demesin. Çünkü insan defalarca aşık olur. Ama sadece bir kez SEVER. Sevmek ve aşık olmak farklıdır bildiğiniz üzere. Birisi geçici birisi kalıcı.

Bu aşkların hepsinin bir sonu vardı ve bir sonraki aşkın öncekine göre daha sarsıcı olacağı kesindi. Aşkın şiddetiyle birlikte sona erdiğinde bıraktığı acıda büyüyor ve artık acıyacak bir kalbim bile kalmadı sanırım. Bu yüzden olabilir aşktan yana umutsuz oluşum.

Aslında bir sebep var. Oda imkansızlığı.. Hani düşünüyorum benim aşkımın tanımı başka hiç kimseye uymuyor. Haklılar da o kadar çok şeyi bir arada istiyorum ki.

Mesela benimle otursun bütün gece saçma sapan hayaller kursun ya da gün ışıyana kadar saçma sapan binlerce konuyu konuşalım. Aralıksız saatlerce konuşayım, o dinlesin. Gece uyuyamayıp "bana masal anlatsana" dediğimde garipsemesin. Masal bilmiyorsa bile kafasından bir şeyler sallasın. Bazen ölümüne kavga edelim. Delirtelim birbirimizi. Ama gitmesin. Yanımdayken bile özleyecek kadar seveyim onu. Yolun ortasında yürürken berbat sesimle dinlediğim şarkıyı söylemeye başladığımda beni susturmaya çalışmasın, hatta bana eşlik etsin. Benim kadar çatlak olsun mesela. Her an her şeyi yapabilsin. Etraftakiler ne der demesin. Ben uçan balon görüp en tepedeki mavi balonu alırken o bana yadırgayan gözlerle bakmasın, aksine benimle mutlu olsun. İğrenç espirilerime dayanamayıp beni öldürmek istesin. Film izlemeyi mutlaka sevsin mesela. Müzik dinlesin.Hayatımın her anında olsun ,beni hayatına alsın. Derdini anlatsın, gizlemesin. Birlikte bir yola çıktıysak susmasın. Sorunlarını bana anlatsın. Birlikte çözelim. Önceliği olabileyim. Bir karar alırken beni değil bizi düşünerek alsın. Karavanla yolculuk etmeyi de sevsin. Her şeyi sevsin. Nefret etmesin. Gülebilsin. Durduk yere kahkahalara boğulalım. Sahilde çıplak ayaklarımızla yürüyelim. Yeri geldiğinde beş yaşındaki çocuktan beter olalım. Sabahın beşinde kalkıp çizgi film izleyelim. Kitap okuyalım. Play station da yarış yapalım. Su savaşı yapalım. Sokağın birinde yan yana yürürken aniden yanımızdan geçen kişiyi durdurup "ben bu adama deliler gibi aşığım" dediğimde "ne yaptığını sanıyorsun" demek yerine sarılabilsin bana. Sınırları olmasın. Şunu yapmayalım, bu da olmaz demek yerine adım atmaya cesaret edebilsin. Adrenalini sevsin. Lunaparka gidip en deli oyuncaklara binelim. Bisiklet binelim, yarış yapalım hatta. Bana tavla oynamayı öğretsin. Bir çay bahçesinde -cafe demiyorum dikkat ederseniz çay bahçesi ! - oturup ince belli bardakta çay içelim. Arkadaşlarımız olsun yanımızda, gırgır şamaya muhabbet olsun..

Daha binlerce şey yapalım birlikte. Fotoğraflarımız olsun. Sayısını bizim bile bilmediğimiz sonsuz anılarımız olsun.

Ama bunların hepsi fazla geliyor başkalarına. O yüzden benim aşktan yana umudum yok. Teoman'ın gerçekliğine inanmadığım tek şarkısı. Üzgünüm Teoman. Ne aşktan umudum var ne sevmekten. Aşk artık sadece şarkılarda var, mutlu sonların masallarda olduğu gibi..

23 Haziran 2012 Cumartesi

Kalk, gidelim sevgilim




Basit aslında. Para biriktirebiliriz seninle.. Sonra bir karavan kiralayabiliriz.. Ben bilmiyorum araba kullanmasını. O yüzden şöför sensin. Ama merak etme mızıkçılık yapıp uyumam yolda. Konuşurum hep.Yalnız bırakmam seni.Arada bir mola veririz şu ilginç köylerde.Yol üzerinde hep olur ya hani minik, şirin köyler. Bir çay içeriz belki. Gerçi emin değilim çay sevdiğinden. Ama kahvede içebilirsin ? Ya da neyi seviyorsan.. Sonra devam ederiz yola..Şarkıda söyleriz ? Hatta şarkı da tutarız! Gece bastırınca çekeriz kenara, uyuruz.. Sarılır mıyız ki? Kokuna alışırsam gider misin sende ? Gitme.. Kal lütfen.. Uyandığımızda devam ederiz yola.. Ama nereye gidiyorsak sahilden gidelim olur mu ? Denizi çok severim ben. Camlarıda açarız sonuna kadar. Rüzgarın yüzüme çarpmasını seviyorum. Sende seviyor musun ? Belki bir sahilde dururuz.. Gecenin bir yarısı denize gireriz. Üşürsem nefesin ısıtır mı beni ? Kumlara uzanıp yıldızları izleriz. Belki yıldız kayar,dilek  tutarız. Ben seni ömrüme dileyeceğim sevgilim. Belki dileğimizde aynı olur ha ? Bütün gece otururuz.. Sahilde ateş yakan şu gençlere rastlarsak ne güzel olur.. Oturur sabaha kadar muhabbet ederiz.. Omuzunda uyuyakalırım.. Çokça fotoğrafta çektirsek olur mu ? Hepsinde ikimizin olduğu ?
Güzel olurdu değil mi ? Ortak hayallerimiz olurdu. Unutamayacağımız koca koca günlerimiz.. Bakıp kahkahakalara boğulacağımız fotoğraflarımız..
Neyse.. Hayalim kursağımda kalacak yine.. Olsun be sevgilim. Ben böylede mutluyum.. 
Ama azıcık çabuk gelsen olur mu ? Bu aralar fazlaca ihtiyacım var sana.
Öpüyorum gülüşünün tüm kıyılarından..

14 Haziran 2012 Perşembe

sencil sevmek

Bencilliğin kurallarını yeniden yazıyorum şimdi
İçinde koca bir sencillik var belki
Belki de hepsi koca bir yalan
Belki de aldanmaca
Hangi yaptığım doğru?
Hangi yaptığım yanlış?
Bilmiyorum
Bildiğim üç şey var.
Var olan tek şey bugün
Güvenmek yarının garantisi
Ve sevmek, var olmaktır

9 Haziran 2012 Cumartesi

İstememiştim aslında

Biz ne bilirdik eften püften nem kapmayı,
en büyük acımızı 
evde süt bittiğinde yaşamıştık.
Yürek burkulması
kaybettiğimiz gazoz kapaklarıydı.
Hüzün;
annenin oyunun orta yerinde çağırmasıydı.
Ağlamayı dizimiz kanadığında, 
mutluluğu,
bayramda alınan yeni ayakkabılarımızda bulmuştuk.
Hayallerimiz de ya bulutlardaydık,
ya da en sevdiğimiz oyuncakta.
Sonra büyümek istedik 
renklerimizi beğenmedik.
Acıyı;
aşkla sarmalayıp kollarımıza bıraktılar,
yürek burkulmasını
boynu bükük 
gidenlerin ardından bakarken yaşadık.
Hüznü bir mevsim gibi yerleştirdiler ömrümüze 
her yaprak dökülmesinde döküldük bizde.
Her geldiklerinde mutlu olmayı öğrettiler,
gittiklerinde de ağlamayı.
Hayallerimiz de büyüdü bizimle,
nasıl kırıldığını da gösterdiler
bulutların yalan olduğunu da.
Yoksa biz ne bilirdik eften püften nem kapmayı
rakının dibine vurmayı,
büyümek istemiştik,
ölümün yaklaştığını 
çok sonra farkettik.


6 Haziran 2012 Çarşamba

Susmak vakti..

Bu sabah en az İstanbul kadar gri ve kokuşmuş uyandım.Odam kıyıya vuran bütün çöplere kucak açmış bir sahil gibi darmadığındı. Lambadan geceden kalma solmuş bir gün ışığı yayılıyor, bardağımdan sonsuz noktalar taşıyordu. Yerleri süpüren  perdem omuzları düşmüş, bıkkın bir kadını andırıyordu. Dolabımın kapaklarından parçalanmış sözcükler dökülüyor, devrik cümleler damla damla halıya akıyordu.

Saçlarım birbirine girmiş o uzun gökdelenlere özenmiş gibi karmakarışıktı. Gözaltlarımda morarmış acılar vardı. Dudaklarım kurumuş bir gök gibiydi! Balıklar bırakın yüzmeyi, bir nefes almaya bile tenezzül etmiyordu içinde.

Bunca yorgunluk, bunca sıkıntı için biraz fazla erken sanki. Ama bu kimin umurunda ki ? Bu hissin geçici olduğunu bilmek daha fazla yorulmaya engel olmasa da, idare ediyoruz işte.

Gökyüzü bir kez bulutlandı mı yağmur yağması gerekir. Yoksa o boğuculuk, o kasvet zor dağılır. Güneş bulutların ardında bir yerde gizlidir ama kimse bir halat fırlatıp onu düştüğü kuyudan kurtarmaz. Güneş beklemeyi, sabretmeyi bildiğinden mutlaka galip gelir.

Bazı geceler vardır ya hani , uzun zaman bitmezler. Güneş bir türlü aydınlatmaz odaları ya da daha kargalar kahvaltı yapmadan ısrarcı bir sevgili gibi uyandırmaya çalışmaz sizi. Tek farkı vardır. Sevgilinin nefesi teninizi, güneşin ışığı gözlerinizi yakar. Ama o uzun gecelerde ikisi de yoktur. Onları yokluğu yorar belki de insanı.

Öyle ya en zor anlarda rahat bir omuz ister insan. Aşk dolu bir sarılış, belki bir kaç güzel söz.. Biraz da şansınız varsa sevgilinin nefesine ek, güneşte ısıtır teninizi. Ama işte gece çökmüştür bir kez. Ne güneş vardır teninizi ısıtan ne de yarin şefkatli kolları vardır derdinizi unutturan..

Bazı insanlar vardır, boşlukta yüzmeye alışkındırlar. Bende onlardan biriyim sanırım. Son zamanlarıma bakıyorum da her şeyi biriktiriyorum. Acıyı, sıkıntıyı, aşkı, derdi, kederi, göz yaşını.. İtiraf ediyorum arada, herkes sustuğunda, üç-dört damla yaş sızdırıyor gözlerim. Ama o kadar. Daha fazlasına  cesaretim olmuyor. Tepesine kadar dolmuş bir baraj gibi gözlerim. Kapakları bir kez açarsam bir daha kapatamamaktan, her yeri su basmasından korkuyorum.

Belalım oldu bu  biriktirme işi sanırım. Ne zaman kontrolden çıkacaklar merak ediyorum..
Yine susmam gerek sanırım.
Hoşçakalın :)

                                                                                                                  Cimcime

1 Haziran 2012 Cuma

Kardeşim Oldu!



Bazı şeyler zamansız ve aniden olur. İyi ya da kötü bir şeyler değistirirler hayatımızda. Belki de beklenmedikleri için bu kadar etkililer. Bilmiyorum ama eğer bir şekilde hayat size sürpriz - iyi ya da kötü - yapmaya başlıyorsa devamının geleceğinden emin olabilirsiniz. Çünkü hayatta en az benim kadar sürpriz sever.

Hatırlıyor musunuz bir postum vardı? "mektup arkadaşı" istiyordum. Uzun zamandır kimseden ses çıkmamıştı. Umudu kesmiştim bende. (tabi piraye ile mektuplaşıyorduk orası ayrı) Ama biri yorum yapmıştı bir gün. Görünce şaşırdım. Epey olmuştu ben o postu yazalı. Yazılarıma daha önce de yorum yapmıştı ama o kadar da dikkatimi çekmemişti. Ve sonra her şey bir anda değişti. Gerçekten bir anda.

Karşımda benim tıpatıp kopyam vardı. Benim gibi düşünüyor, benim gibi hissediyor, benim gibi yazıyordu, hatta benden kat kat iyiydi bu konu da.. Mektup arkadaşı olduk sonunda. Sonra arkadaş, sonra dost derken o benim kardeşim ben onun ablası oldum. İnkar edemem bazen de o benim ablam oluyor. Ama benim için hayatımın en önemli noktalarından biri o. Yani bayan mavi. Evet o da benim gibi mavi. Hemde masmavi.

Birbirimize gökyüzü olduk. Her gün avuçlarımıza yıldız dolduruyoruz o gökyüzünden. Bazı gecelerimiz oluyor susuyoruz. Bataklığa batsak bile gözlerimiz hep yıldızlara bakıyor. Birimiz düşse, diğerimiz kaldırıyor. Birbirimizin gözyaşını sildik bazen. Hepte sileceğiz inşallah. Bazen bir şey istiyor abisinden miniğim. İnat ediyor abisi yapmıyor ya da almıyor. Mavi bana koşuyor hemen. "Adaaa!" diye. Ben giriyorum araya. İnadım herkesçe malumdur. Allem edip kallem edip yaptırıyorum istediğini. Kıyamıyorum ona.

Geçenlerde şiir dinletisi vardı okulunda. Sürpriz yapmak istedim. Dinleti bitişinde kapıdaydım. Beni gördüğü o ilk anda ki bakışını, gülüşünü keşke ölümsüzleştirebilseydim. Dünyadaki herkese gösterebilseydim o anı. Hele birde sarılışı vardı ki sormasın. Sarı-yeşil gözlerinde öyle bir gülüşü vardı ki.. Anlatılmaz ,yaşanır denen anlardan biriydi.

Tabi o da benim kadar şıpsevdi.

Diyorum ya tıpatıp kopyam. Fiziksel özelliklerimiz dışında her şeyimiz aynı. İyi ki de aynı. İnsan bazen kendinden bir tane daha olsun ister. Alıp karşısına konuşmak... Ben şanslıyım çünkü öyle anlarda Maviyle konuşuyorum.

Bazı arkadaşlarım onunla aramdaki bu bağı anlamıyor. Hatta sırf o üzülecek diye çoğu şeyi hatta çok çok değerli şeyleri bir anda silip, unutmamı, unuttuklarım yüzünden kendimi acıtmamı. Hele aralarında bir tanesi var ki içten içe çok kızıyor bana. Biliyorum çünkü onuda ben gibi tanıyorum. Ama bilin ki Mavi'yi üzmek, onun yüzünü astırmak, bir süre sonra unutacağım -her ne kadar izi kalsada- acılardan daha beter benim için. Onu üzsem, o an yaşadığım acının ne kendisi geçer, ne de izi.

Mavi ile ilgili daha çok çok çok şey söylemek istiyorum. Ama kusura bakmayın. Bu sefer bencilim ve onu kendime saklıyorum.

Seni çoook çok çok seviyorum tatlı mavim. Hayatıma hoş geldin, iyi ki geldin! :)

Koku

"Birinin kokusunu sevmek..
Alışmak o kokuya..
Acıyı biraz daha arttırmak gibi.."


İstanbul yine ağlıyor. Nedir derdi bilmiyorum. Hani, bari sevinçten mi yoksa üzüntüden mi ağladığını söylese... Bir çare buluruz belki. O da bana benziyor. Derdi var, belli. Ama susuyor, söylemiyor.
Akılsız.

Biraz bencilce ama İstanbul ağladığında bir koku yayılıyor ya ortalığa... Her İstanbullu gibi bende aşığım ona. O yüzden İstanbul hep ağlasın istiyorum. Öyle güzel ki.. Huzur gibi, gülümserken ağlamak gibi. Tarifsiz işte. Ama sonra vazgeçiyorum. Ağlamasın İstanbul, acımasın. Acıdıkça canı, başkalarını acıtıyor. Ben gibi o da.

Az önce camı sonuna kadar açtım, başımı pervaza yasladım ve yağmuru dinledim. Gözlerim kapalıydı ve yağmur saçlarıma kaçak su cüceleri bırakıyordu. Kokusu öyle güzeldi ki...

Sonra merak ettim. Bunca yıllık hayatımda en sevdiğim kokuydu bu. Hiç bir yağmur İstanbul'dan güzel kokar mıydı acaba? Ya da ben başka bir kokuyu bu denli sevebilir miyim?

Bu soruların cevabını bilmiyorum. Tahminlerim var belki ama... Bilmiyorum işte. Birine sormuştum. "Belki benim kokumu daha çok seversin." dedi. O görmedi ama ben gülümsedim. O duymadı ama ben "Söz." dedim "Sevmeyeceğim."

Istanbul ağlamayı bıraktı. Biraz olsun rahatladı sanırım. Artık ben de yazmayı bırakıp, bu kokunun keyfine varmalıyım..