22 Ekim 2012 Pazartesi

Kadın

Aynalardaki kadar mutsuz musun, yoksa fotoğraflardaki kadar sahte mi?
Söylesene kadın, aynı anda kaç kişiliğe bürüne biliyor ruhun? Bir şarkı kadar eşsiz misin? Yoksa kulaklara aşina bir ezgi misin?
Sesin hep bu kadar cansız mı? Ya bakışların? Bir ömrüm katili gibi bakmak zorundalar mı?
Sahi kaç ölüm sığdırdın kalbine? Kaç hayalin mezarı orası? Seninde hiç büyütemediğin bebeklerin oldu mu?
Hala ilk nefesteki gibi yanıyor mu ciğerlerin zehri dumana boğulurken?
Söylesene kadın! Nasıl bu kadar güçlüsün hala hayata karşı? Yaraların nasıl tek kahkaha ile geçmişe gömülüyor?
Gözlerin dalıyor kadın..
Buğulanmış bir camın ardında ,  parmakların yanarken çayın sıcağından, kimi bekliyorsun?

İzmir gibi kokuyor boyun çukurun.. Ama ellerin İstanbul kokuyor. Dudaklarındaki gülümseme güneş gibi kadın. Gözlerim kamaşıyor. Yanaklarındaki ıslaklık yağmurdan mı? Yoksa ağlıyor musun? Göremiyorum..

Söylesene kadın..
Kahveye bulanmış göz bebeklerinin ardından kime gülümsüyorsun?

20 Ekim 2012 Cumartesi

Hiç değilse arkadaşlarım var diyor bazen insan..


“Bu gün daha  iyi misin ?”
“Moralin düzeldi mi ?”
“Konuşmak istersen geleyim ?”
Sizi düşünen arkadaşlarınız varken hayat gerçekten güzel.. Tek sorun “iyiyim” diyerek onlara yalan söylüyor olmam.
Bok gibiyim sevgili arkadaşlarım. 
Kaplumbağam öldü, Kadıköy’ü özledim. Gerçekten güzel olabilecek bir şeyin aslında hiç olmadığını fark ettim. Belki de tamamen bana ait duygulardı hepsi.. Belki de yaklaştığım sınırlar bile benimdi. Ve sonra yine acıyan da bendim işte..
Üzgünüm arkadaşlarım size yalan söylüyorum ama aslında gülmüyorum. Bir kaç gündür içimden çıkmayan o acı hala olduğu gibi yerinde. Sadece şekil değiştirdi..
Ama siz beni mutlu bilin ve beni dert etmeyin..
Alıştım ben kendi kendimi toplamaya. 
Bir kaç yağmur yağar, havalar soğuk olur bir süre.. Sonra yine bahar gelir dudaklarıma..
Meraklanmayın.

14 Ekim 2012 Pazar

Yalnızlık ne demek ?

Yalnızlık ne demek biliyor musun ?
Yalın olmaktır özünde..
Belki sözünde..
Ama asla ıssızlık değildir anlamı.
Yalın olmaktır ve belki de hayatın en güzel halidir yalnızlık.
Ama yalınlık boşluktur.
Ne duygu
Ne de his !
Boş olmaktır , düz olmaktır , beyaz olmaktır özünde.
O zaman yalnız olmayanların sevinmeleri neden ?
Farklı renklere bulanmak mı güzel olan ?
Anlamıyorum.

12 Ekim 2012 Cuma

Mabel'e Mektuplar (3)

Mabel'im..

Yeni başlangıçlardayım yine. Çatma kaşlarını. Yeni bir sen değil. Dersaneye başladım. İlk hafta bugün bitti. Yorulacağım bu sene. Biliyorum. Ama şikayet etmiyorum. İsteyerek yorulacağım. Kazanmam gerek. Üniversite okumak değil tek hedefim biliyorsun..

Ada olmak istiyorum. Tamamıyla..

Çok şey istiyorum şu hayattan. Biliyorum, farkındayım. Ama ne için varız ki ? Durmak, susmak hiç bir şey yapmadan beklemek, saçma sınırlara hapis olmak.. Yanlış geliyor bunlar bana. Eğer bir şekilde var olduysak, bir yerden ısırmalıyız hayatı. Küçük ısırıklarla başlayıp, her kopardığımız parçayı biriktirerek yeni bir hayat kurabiliriz.. Tek yapmamız gereken hayatın bize lezzetli gelen yanlarını ısırmak.

Haksız mıyım Mabel ?

Hayat istediğin yere kadar çabalamaktır. Ben daha sahilden ayrılmadığım bile. Okyanusun ortasını istiyorum Mabel! En mavi yerinden koca bir düş istiyorum.

Benimle orada buluş..

Özlemek diyorum, çok fena..


Bu gün huysuzum biraz. Uykusuzum ayrıca. Gecem de kötü geçti zaten. Sabah, geceyi toplamış oldum ama şanssızlık bırakmıyor peşimi , parmağımı incittim. 
Hava güneşli ama ben üşüyorum. Huysuzluğum birazda hasta olacak olmamdan sanırım. Daha kış gelmeden yakama yapıştı grip, bırakmıyor. Ee aşık olmuş zavallım ne yapalım.. 
Annem iki gündür evde yok. Onu özledim sanırım. Çayından otlanmayı, her sıkıldığımda gidip sarılmayı.. Özledim işte. 
İnsanın kimsesi olmasa bile , her ne kadar sürekli şikayet etse de , annesinin varlığı yetiyor. İki gündür yok alt tarafı. Ama ben onun koltuğunda oturup, onun bardağından çay içiyorum. 
Gelse bir an öncede yine kızdırsam onu. Kavga etsek. Burnunun direği sızlar ya insanın.. Öyle oldum şimdi. Hani seslenince cevap vermiyor ya. O çok fena. 
“Hattuunn.. Sana zahmet çayı koysana. Ben demlerim söz!”
Özledim seni annem..

Mabel'e Mektuplar (2)

Mabel'im..

Bu aralar bana çok kızdığını hissediyorum. Daha çok biliyorum aslında. Biliyorum çünkü sen olsan yerimde ve yaptıklarımın aynısını yapsan bende kızardım. Hatta belki kırılırdım sana. Emanetime "onun canını yakarak mı bakıyorsun ?" diye. Ama sen bana kırılma. Her şeye dayanırım da bir o yakar beni.

Bir kez daha sen sandığım, canımı yaka yaka gitti. Gerçi canım o kadarda çok yanmadı. Sana nazlanıyorum biraz sanırım. Çünkü daha ilk andan biliyordum sen olmadığını. O tende takılı kaldı, sen çoktan kalbe düştün..

Anlamıyorum Mabel. Nedir bu sevişme merakı ? Nedir bu tendeki sönmeyen ateş ? Üstelik daha sevmeden sevişmek istiyorlar. "Önce sevişelim beğenirsem aşık oluruz. " Elimde olmadan eskiden aşklar böyle miydi diyorum, gerçek aşklar..

Ne kadar kolay birinin tenine dokunmak.. Üstelik buna aptal kılıflar buluyorlar. Sevmek diyen var, ihtiyaç diyen var, var da var..

Bunca yüzyıldır aşıklar hep hasretken birbirinin kokusuna.. Şimdikiler için her şey daha basit. Seviyorum demek yetiyor onlara. Ama hep sözde sevmek, tende sevişmek onların ki. Birine dokunmak , öpmek, sevişmek , tenine tenini katmak sadece zevkten ibaret. Ama hani sevmek ? Sevişmemek değil elbette sevmek.. Ama her tene aşık olup , kalbi istediklerini iddia etmeleri .. Ben onu anlamıyorum.. Sanırsın ki sigara içiyorlar. Sıkılınca değiştir başka marka al.. Bu gün Camel yarın anadolu öbür gün parlament..

Oldu, başka ?

Anlamıyorum ki Mabel. Ben mi uzaydan geldim, onlar mı ?

8 Ekim 2012 Pazartesi

Mavi gözlü bir kansere yakalandım Jose. Acı çekerken kemoterapi saatlerinde umutlanabildin mi hiç kanserli hücrelerin sana sarılıp, gülümsemesine...

Korkuyorum. Bütün halkım tedirgin Jose. "Palyaço, mavi gözlü kansere yakalanmış" dedi tanrı. "Ameliyat edelim" dedik. Dedi, "olmaz." Derinlemesine temizlik deterjan reklamlarında olur diye koridorda ağladı palyaço. "Eğer bir Müslümansam kılınması gereken bir namaz gibi benim için o" diye hemşirenin sırtına kazıdı palyaço. Güldü. Biraz da ağladı. Biraz daha yalnız kaldı. "Eğer bir Hristiyansam benim için kutsal üçlünün dördüncüsü odur benim için" diye yazdı kağıda palyaço, eline tutuşturdu bir cesedin ve "sıkılırsak okey çeviririz hem" diye gülümsedi... Yalnızlık tam kalbine kazık çakacaktı ki, "Eğer bir Museviysem, vaadedilmiş topraklardır teni benim için" dedi palyaço, yalnızlık utancından ağladı. "Ağlama" dedi palyaço, "ağlama.." "Eğer bir Darwinistsem, gamlı bir hayvandan bir insana dönüşmemin sebebidir o" diye sırtını sıvazladı köşede pandomim yapan ayrılığın..

Ben çok yalnızdım. Dağların arasındaki bir ova gibi yalnızdım. En derinde yok olmaya yüz tutmuş, adı bilinmeyen, bilinemeyecek olan bir gezegen gibi yalnızdım. Yalnızlık güzeldi, hoştu, yakışıklıydı. Yakışıklıydı bir Nazi subayı gibi, yakışıklıydı bir kadın kadar. Yalnızlık benimle sık sık konuşurdu, eski bir dost gibi, nasihat veren öğretmen gibi, kızan bir anne gibi. Tanrı yalnızdı, Dünya yalnızdı, ben yalnızdım. Ama dünya değildim, tanrı da değildim sadece bendim. Aslında ben de değildim. Ben, çoktan başkaları olmuştu. Bir parça geçmişim, bir parça da geleceğim deyip geçmişime karışmıştı ben. Ve ben her yerdeydim. Her bedende, her ruhta, her kalpte.

Ben güçlüydüm. Gücüme güç katacak başka herhangi bir iletken aramadım. Güçsüz değildim. Sadece bir parça yaralı, birkaç organı eksilmek üzere olan...

Ben sana yalan da söyleyebilirdim, palyaço bu keza ne yapsa yeridir. Ben seni insanlık dışı sevmeye çalıştım, insanları sevmem sahtedir. Ben seni palyaço gibi sevmeye çalıştım, palyaçoları severim. İnsanları korkutur ve eğlendirir.


Kusura bakma Jose, saçmaladım, farkındayım... Hep o ilaçlar yüzünden.

Batuhan Dede